kitapkritik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitapkritik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2016 Pazartesi

Hayvan Çiftliği | George Orwell

George Orwell
Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 152
2016

İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki 'reel sosyalizm'in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında 'yergi' türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği'nin kişileri hayvanlardır.
George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır.


--


Utanarak söylüyorum ki; George Orwell gibi bir kalem ile yeni tanıştım. Ve kalemine ayrı zekasına ayrı bir bağlandığımı itiraf etmeliyim.

Kara mizahın babası diyerek kitaplarımın arasında ayrı bir yere koyacağım. Bir düşünce yada bir görüşün mizahi aynı zamanda iğneleyici bir dille anlatılmasının yanında ben içerisinde bugüne ait çok cümle bulduğum için elimden bırakamadım. Zekanın getirisi ince ince işlenmiş kinayeli cümleler olarak dönmüş. Akıcılığının verdiği bir güzellik sayesinde, film izler gibi kapılıp gidiyorsunuz.

Stalin, Lenin ve Marx gibi iz bırakan adamları incelemeye ve araştırmaya başladığım dönemlerde okuduğum için sayfaları büyük bir iştahla okudum. Karakterlerin, gerçek isimlerle ilişkilendirilmesinden ziyade hayvanların zamanla değişimi, okuyarak ve daha çok araştırarak daha iyisini yapacakları yerde daha fena bir yönetim şekline ağır ağır geçişlerini okuduk. Diktatör rejimden kurtulacakken tekrar yine o rejime geçiş sürelerinde fazlasıyla alınabilecek mesaj var.

Güç ve zekanın aynı zamanda bir lider peşinde gitme meraklısı olan kesimi inceleme şansı elde ediyoruz.

İncecik ve masalsı bir dil ile yazılan kitap bir de sizi düşünmeye yitiyor. Üstelik okurken üzülüp, sinirlenerek beklemediğim kadar duygu geçişi yaşadım. Sürekli kendimi hayvanları eleştirirken buldum ama günümüze de uyarlamadan ne yazık ki duramadım ve hep bir kıyas içinde oldum.

Karakterlerin çokluğu ilk sayfalarda beni korkuttu. Açıkcası ağır bir dile hakim olacağını düşünüyordum ve aynı zamanda kafamın dolu olduğu bir dönemde çok karakteri aklımda tutamayacağımı zannediyordum. Ama beni bu konuda oldukça çok yanılttı. Her bir hayvanın kendine özgü karakterler ile ilerlemesi kafamı karıştırmadı ve aksine her birini bende kalıcı bir hale getirdi.

Koca Reis'e saygı duyarken, Moses'in o işe yaramaz hallerini tebessüm ederek okudum. Boxer ise benim için unutamayacağım bir burukluk bıraktı. Napolyon'un ince ince işleyerek kendini büyütmesine ne yalan söyleyeyim hayran oldum ve uğraşları sonucunda bir lider olmasına şaşırmadım.

"Bütün hayvanlar eşittir." diyerek çıkılan bir yolda cümlesinin zaman ilerledikçe "Bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha eşittir." gelmesi içimde garip bir burukluk bıraktı.

Kitabın son cümlesini okuyup kapattığımda yaşadığımız döneme baktım. Yeni bir bakış açısından ziyade bakış açımı genişletti. Etrafımdaki insanlara baktım ve tekrar kitabın sayfalarını çevirirken "Keşke okumaya ve araştırmaya sadece domuzlar yönelmeseydi." diyerek hayvanların çiftliği ele geçirmesinden sonra en az domuzlar kadar okumaya ve araştırmaya yönelselerdi ne olurdu? diye düşünerek tekrar başa döndüm.

6 Nisan 2016 Çarşamba

Kuyucaklı Yusuf | Sabahattin Ali

Sabahattin Ali
Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 221

"Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez'in varlığı Yusuf için büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti. Onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca Yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olmayacağını sanıyordu."
Kuyucaklı Yusuf Türk edebiyatının belki de en romantik kahramanıdır. Hayatın ve insanların zalimliği karşısındaki naif duruşu ile bir yandan trajik bir sona ilerlerken, bir yandan da yaşadığı lirik aşk hikayesinin kahramanı olarak edebiyat tarihinde yerini almıştır.

Diyorum ki; 

Söz konusu Sabahattin Ali ise kitabın diline ve akıcılığına yorum yapmak ne haddime der susarım. Bir kere bile beni bu konuda yanıltmadı ve hayal kırıklığına uğratmadı. Her zaman onun kelimelerinin asil cümlelere dönüşmesini keyifle okudum. Her paragraf sonunda kendimi yavaşlatmaya çalışsam da su gibi akıp gitti.

Yusuf'un hayatının ortasına birden bırakılıyor gibi oldum. Bu ani girişi yadırgamak yerine Yusuf'u daha çok merak ederek devam ettim. Yusuf ile beraber diğer karakterlere geçişi de çok sevdim. Bir an bile sıkılmadan her bir hareketlerini merak ederek okudum.

Kübra karakterinin çok daha derinine inmek isterdim.

Kaymakan Salahattin Bey, en az Yusuf kadar merakımı taze tutan karakter oldu. Ve nedenini anlayamadığım bir şekilde Ali karakterini de sevdim.

Söz konusu Sabahattin Ali'nin kalemi olunca belki ben objektif olamıyorumdur ama her bir cümlesini ayrı ayrı bağrıma basacağım bu güzel adam bir de kitabın sonunu tam da layıkı ile bitirmiş. Bir yıkımla başladı ve bir yıkımla bitti. Kalemi hüzün kokan Sabahattin Ali, bıraktı yine içime en derin hüzünleri...

27 Mart 2016 Pazar

Ruhun Ateşi | Rita Hunter (Ateş Serisi || )

Rita Hunter
Epsilon Yayınları
2013
Sophie Langford çileden çıktığında birilerinin
hayatı kökten değişecekti...

Sevgi dolu bir ailede büyüyen Sophie’nin huzur, zenginlik ve bolca sıradanlıkla geçen hayatındaki tek renk, seneler önce bir kazada ailesini kaybeden kuzeni Liliana’ydı.
Ailesine katıldığı ilk günden itibaren anne ve babasının sevgisi de dahil ona ait her şey üzerinde sinsice hak iddia eden kuzenini kabullendiğini sanıyordu Sophie. Hatta Liliana baş döndüren güzelliğiyle ilk aşkını elinden aldığında bile bu kabulleniş elini kolunu bağlamıştı, çünkü babasına Liliana’ya asla kızmayacağına ve onu seveceğine dair söz vermişti.
Ancak sabrının da sınırları vardı ve bir gün o sınırlar küçük bir olayla ortadan kalktığında Sophie’nin aklındaki tek şey kuzeninin meydan okuyuşuydu.
“İlgimi hak eden erkeği bulduğumda onu baştan çıkarmayı dene... Tabii becerebilirsen...” demişti kuzeni. Eh madem istediği buydu...

Leighton Kontu Brendan Blackmore... Kibirli, buz gibi ve ulaşılmaz bir soyluydu. İnsanda merak, heyecan ve nefret uyandıran onca meziyete sahip bu adamın ilgisini çekmek göründüğünden çok daha zordu. Üstelik o ve Liliana birbirlerinden fazlasıyla hoşlanıyorlardı. Ancak Sophie kararlılığının önüne hiçbir kuvvetin çıkmasına izin veremezdi, çünkü Liliana başına gelecekleri çoktan hak etmişti. Üstelik Brendan Blackmore’u her gördüğünde hissettiği kalp çarpıntısı ve umutsuz arzu başka hiçbir teşvike yer bırakmayacak kadar güçlü ama bir o kadar da ürkütücüydü.
Sophie’ye göre Brendan’a dokunmak buzla yanmaktı ve Sophie yanmak istiyordu.
İkisini bir araya getiren skandal, onları artık geri dönüşü olmayan bir yola soktuğunda Sophie ya pes edecek ya da imkânsız gibi
görünse de mutluluk için sonuna kadar direnecekti.
Diyorum ki;

Ateş Serisi'nin ikinci kitabı ama benim gönlümde birinci sıraya sahip oldu.

Rita Hunter, tarihi aşk kurgularında özel bir isim olarak yer alacak. Zamanla bizlerle buluşturduğu kitaplarıyla da bunu kanıtlıyor. Özel ve güzel bir kalemi var. Bazen kahkaha attırır bazen de sizi üzebilir. Ama içinizdeki heyecan sönmeden sayfalar elinizde akıp gider. Her karakteri de birbirinden farklı olur ve sizi sıkmaz.

Bu serinin ilk kitabını da okudum lakin nedense Brendan karakteri yüzünden Ruhun Ateşi beni benden aldı. Bir ara aşık oldum diye bağırarak gezmeme bile sebep olmuş olabilir.

Bir üçleme olsa da herhangi birini okuyarak da başlanılabilir. Üç güzel adamın o tatlı, sert aşklarını ve yola gelişlerini ayrı ayrı sevdim. Ama Brendan'ı daha fazla sevdim.

Rita Hunter adı ile çıkan her kitap elimde mevcut. Her birini okudum ve yenilerini bekliyorum. Yine de Brendan sayesinde Ruhun Ateşi, defalarca açıp okuduğum tek kitabı oldu. Zaten ben çok nadir okuduğum kitabı tekrar okurum. Ne zaman kalbim biraz aşk'a ihtiyaç duysa açıp okuyorum.

Bu kadın aşkı çok güzel anlatabilen bir kaleme sahip. Hala onu okumamış olanlar varsa buyrun size küçük bir alıntı bırakıyorum; "Sen benim buz tutan ruhumun ateşisin."

15 Mart 2016 Salı

Dört | Veronica Roth "Uyumsuz Serisi"

2016
Sayfa Sayısı: 280
Veronica Roth
Artemis Yayınları

tek bir seçim
onu geçmişinden kurtaracak
tek bir seçim
onu geleceğine kavuşturacak
tek bir seçim
tehlikeleri açığa çıkaracak
tek bir seçim
onu sonsuza dek değiştirecek
tek bir seçim
onu özgürleştirecek

VeronicaRoth, dünya çapında çok satan UYUMSUZ serisine, okurların çok sevdiği Tobias’ın, yani Dört adlı karakterin gözünden yeni bir kitap ekliyor. TRANSFER, ÇÖMEZ, OĞUL ve HAİN başlıklarından oluşan dört hikâyeye ek olarak Tobias’ınTris’le yaşadığı çok özel anların kayıtlarını da içeren DÖRT, Tobias’ın geçmişine ve kalbinden geçenlere dair heyecan verici ipuçları barındırıyor.

Efsanevi UYUMSUZ üçlemesinin başlangıcına tanık olmaya hazır mısınız?

Diyorum ki;

Seriyi ne yazık ki oldukça geç bitirdim. Bir türlü son kitabını elime almak istemedim. Bunun sebebi sadece seriye veda etme sürecini uzatma isteğimdi. Yandaş kitabında yaşadığım kayıplardan ziyade bir de Tobias'ın ağzından olan bu kitabı biraz sindire sindire okumak istedim.

Tris'in gözünden okuduğum tanıdık sahneleri Tobia'ın gözünden, onun duygularıyla okumak beklediğimden daha güzeldi. Hatta biten bir seriye bir de onun gözünden bakmak benim için güzel bir deneyim oldu. Tabi bu kadar sevmemin kötü tarafı sindirerek değil de hızlıca okumam oldu.

Yazarın dilinin akıcılığına diyecek çok fazla laf yok. Bir erkeğin gözünden yazma konusunda da çok başarılı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Tüm seriyi kadın karakterden okumanın bocalamasını yaşamadım.

Seri için şunu söyleyebilirim;
Tobias'ın gözünden okuduğum yerler sayesinde seriye daha hakim hissediyorum. Toabia'ın aslında zorunlu bir cesur olma düşüncesi hayal kırıklığı yaratır diye düşünürken onun kafasının içinde olmayı çok sevdim. Tris'in gerçek bir cesur oluşunu her anında gururla okudum. Tobia'ın iç dünyasına girmeyi ve kendime orada yer bulmayı çok sevdim. Ve Tris'e olan tutkusunu sonuna kadar hissettim. Sanıyorum ki Tris açısından okurken bu kadar yoğun bir tutku hissedememişim.

Bana kalsa seriyi baştan itibaren Tobias'ın gözünden okuyabilirim. Yazar keşke böyle güzel bir jest yapsa diye düşünüyorum.

1 Mart 2016 Salı

Siyah Kelebek | Zodi

Zodi
Dex Yayınları
Sayfa Sayısı: 208
2015
Zodi’nin ilk romanı Siyah Kelebek, apokaliptik türe yepyeni bir soluk getirecek büyük bir keşif. Karanlığın delirttiği insanların yaşadığı bir dünyada, Tek kurtuluş ölümken... İntihar yasaklanmıştı. Ölümsüz bir dünyada yaşanan ölümlü bir aşk... Sargas için utanç, Capella için uyanış zamanı! Zihnin karanlık dehlizlerine yolculuk başlıyor...




Diyorum ki;

Kitabın kapağından başlamak istiyorum. Ben kapaklara çok takılan bir insan değilim ancak kitabın kapağı beni içine hapsediyor. Fazla karizmatik mi desem fazla mı inceleme isteyen, bilemiyorum. Ama Dex yayınlarının kapaklarına gösterdiği her özeni çok seviyorum.

Kitabın dil açısından işleyişine büyük övgüler yazamam. Basit bir dile sahip tek anlamadığım nokta; tüm bu basit ve  kafa karıştırıcı cümleler olmamasına rağmen kitap elimde bir şekilde ağır ağır ilerledi. Ağırlıktan kastım akmamasıydı. Yani sıkılmadan ve merak ederek okudum ama akıcılık konusunda küçük bir sorun yaşadım.

Bunun dışında konusuna gelirsek kapılmamak elimde değildi. Pucca'nın kardeşi olarak tanıdığım Zodi beni hayal dünyasına ilk sayfada hapsetti. Beklediğimden çok iyi ve güzeldi dünyası. Kendimi bu kadar hızlı bir şekilde kitabın merkezinde bulmayı gerçekten beklemiyordum. Ain halkının arasında bir anda Sargas'ı izlediğimi fark edip, olayların tam içinde hissetmek benim için beklemediğim bir durumdu. Her bir karakteri yaşadım ve gördüm diyebilirim. Uçsuz bucaksız olayların içinde çok da şaşırtan yerler oldu. Beklemediğim olayların sebebi ise kurgusunun böylesine güzel olmasıydı. Kurgu gerçekten zekice düşünülmüş ve üzerinde eminim ki uzun zaman harcanmıştır. Eksik bulduğum ve şurası şöyle olsaymış dediğim hiçbir noktası olmadan okudum.

Betimleme konusunda da oldukça başarılıydı. Okuyucunun gözünde her mekan ve her an canlanıyor. Kaleminin sadeliğinin yanında kurgusu gerçekten benim için gösterişliydi. Gösterişinin yanında farkını koyan bir ilk kitap olmuş.

Sonunda ise şaşkınlıkla aralanan ağzımı kapatamadım. Son sayfalara geldiğimde tekrar başa dönme isteğim oldu. Kaçırdığım ayrıntıların tekrar üzerinden geçtim.

Dilerim Zodi bu yazma işini hiç bırakmaz. Ve dilerim ki kurgu zekasını ileriye götürerek devam eder. Çünkü inanılmaz bir ilk kitap oldu benim için. Bir yazarın ilk kitabının böyle olması takdire şayan bir durum. 

6 Şubat 2016 Cumartesi

Memleketi Ben Kurtaracağım | Gülse Birsel

Gülse Birsel
Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 188
2015
Bu kitapta, hem ülkeyi yönetmeye talip olduğum bazı siyasi yazılar, hem de politikayla hiiiç ilgisi olmayan makaleler bulacaksınız.

Misal ilk bölümde otobiyografimi kaleme aldım. Henüz genç bir kız olduğum için 7 yazıda bitti. Gülecek bir şey yok, daha bir espri yapmadım!
Kitapta ayrıca, diyetten antidepresanlara, astrolojiden sosyal medyayı nasıl kullanmanız gerektiğine, pek çok anekdot ve tavsiyem var. O bölüme bir kişisel gelişim kitabı muamelesi yapabilirsiniz. Yazıları dikkatle okuyup, benim yaptıklarımı asla yapmazsanız, kişisel olarak gelişeceğinize inanıyorum.

Ama çok da fazla gelişmeyin. Madonna vücut geliştireyim dedi, kolları ne oldu gördünüz...

Yani ismine aldanıp sadece siyaset okumak için kitabı alan ve şu an iade etmeye karar verenler, paranızı geri vermeyeceğiz!

Yedim bile ben o parayı! Simitle üçgen peynir aldım, yedim.

Paranızı değil, ama ülkenin hali yüzünden kaybettiğiniz kahkahanızı geri verebilirim belki. Ümidim o.

Milletçe ortak üst kimliğimizin bir huni olabileceği, kafayı sıyırdığımız şu dönemde, bir iddiam var: Kapaktaki cankurtaran üniformalı temsili fotoğrafımın da anlattığı gibi, memleketi ben kurtarabilirim! En azından denerim. Durumumuz daha iyi olur mu, bilmiyorum. Ama daha kötü olamaz diye düşünüyorum! En azından acık güleriz be? Ha?


Diyorum ki;

1.75’lik israf diye kendini tanımlayan Gülse Hanım’ın aksine ben bu kadını ‘muazzam’ buluyorum.
Otobiyografi dediği o kısacık ‘yedi’ başlığa doyamadım. Yüz yedi başlık olsa okurdum diye düşünüyorum. Her röportajını sıkıca takip edip, zekasına ve çalışkanlığına hayran olunca haliyle az geldi. 

Gülse’nin zekasına laf eden var mı? Bilmiyorum. Ama varsa efendim bu kitabı alsın ve özellikle kendini siyasete kaptırıp, güldürürken düşündürdüğü kısımları okusun, diyorum. İnce ince dokunduruyor. Sadece siyasette değil aslında tüm düzene söyleyecek bir lafı var. 

Bir bakıyorsunuz Gülse Birsel’i başbakan olarak hayal ediyorsunuz. Bir bakıyorsunuz reisi cumhurumuz da Gülse Birsel! Mecliste onu hayal ederken kendimi yakaladığımı söyleyebilirim. O kürsünün ardında sürekli düşüp duran bir gözlük ile harika bir milletvekili olmuyor mu? Vallahi benim gözümde canlanıyor. Özellikle meclis başkanı konumuna çok yakıştırdım. Bir elinde tokmak ile birbirinin saçını başını yolan milletvekillerinin başına indirişini de canlandırdım. Bir de boy anlamında bayağı avantajlı olacağı için çok zorlanmaz diye düşünüyorum. 

En son “PARTİ KUR OY VERELİM!” derken kendimi bulmaktan korktum. 

116. Sayfadaki “Adisyon Lütfen” şiiri ise kelimelerimi tüketiyor. Beni benden alan o şiir için söyleyecek tek bir cümlem yok. O şiiri bir çıktı halinde alıp odamın bir köşesine tablo yaptırmak istiyorum. 

Merkel ve Obama için düşündüğü seçim şarkıları harika, yani bu kadını bir partiye alsalar sanıyorum ki biz millet olarak ilk defa seve seve meclis yayınlarını falan bekleriz. Hatta her hafta meclise halk arasından beş şanslı kişi alınsın diye kampanya başlatırız. Ülkece yüzümüz güler. 

“Ayol hep siyaset mi konuşacağız?” diyor ve sonrasında beklemediğim kadar gülmeye başlıyorum. Şimdi “Memleketi ben kurtaracağım” dedikten sonra haliyle bu bölümü beklemiyordum. “Trekking” macerasına bayıldım. Gupse Özay’ın haline gülsem mi ağlasam mı bilemedim ama açık olayım baya güldüm. 

Ve yine beklemediğim bir şekilde, boğazımda bir yumru ile kitabın son sayfalarına ulaştım. Gülse Birsel, Gazanfer Özcan Usta ile kapanışı yapıyor. Bu bölüme yorum yapmak yerine kısa bir alıntı paylaşacağım;

Bana bakıp, “İnşallah, buradan çıkarsam…” diyor. Gözlerimi kapatıp bağımı eğiyorum ve diyorum ki: “Evelallah, yaparsınız.”… Gülümsüyor.


18 Ocak 2016 Pazartesi

Erken Kaybedenler | Emrah Serbes

Emrah Serbes
Sayfa Sayısı: 143
İletişim Yayınları
2015
AnKara polisiyeleriyle tanıdığımız Emrah Serbes, bu defa direksiyonu kırıyor ve edebiyatımızda pek de işlenmemiş bir başka meseleye el atıyor. Erkek çocukların enerjik, hüzünlü, alengirli dünyasına giriyoruz...
Baba çalışıyor, anne ev hanımı, muhafazakârlığın kalesi...İşçiler, yoksullar, teyzeler, abiler... Kolay ağlayan sert adamlar... Taşra seyrekliği, mahallenin kalabalığı... Kıskanç, gururlu, saf ergenler... Emrah Serbes, çabuk öfkelenen, kolay vazgeçen, baştan çıkmış erkek çocukları konuşturuyor... Kederli, insana dokunan komik hikâyeler bunlar...

“Dizinin dizime değişi, Handan’ın annesi için bir kelebeğin kanat çırpışıysa benim için kasırgaydı. Kaç sene geçti, hâlâ unutmam, günde en az beş sefer aklıma gelir. Biliyorum bu durumun, kökeni memeden kesildiğim güne kadar uzanan psikolojik nedenleri vardır. Ama bir kadını unutulmaz yapan şey, bir vakitler ona duyulan arzunun şiddetiyle doğru orantılı değil midir? O arzunun kıyısında, gerçekleşme olasılığının tam yanı başında, sanki arada başka hiçbir engel yokmuş gibi rahat davranabilmekle, kendini o tatlı yanılsamaya kaptırabilmekle doğru orantılı değil midir? Bu olgunun da mı sorumlusu benim mutsuz geçen çocukluğum? Cevap? Yok! Kalırsın öyle...”
Taşrada ve kâinatta, yapayalnız kalmış erkek çocukların hikâyesi...

Erken Kaybedenler... Yoldan çıkmış bir neslin manifestosu...


Diyorum ki;
Emrah Serbes'e olan ilgim ve sevgim Behzat Ç. ile başladı. Bir dizi ile başlayan sempati sürecimi de kendisini yakından takip etmem ile artırdım. Düşünceleri, duyguları bir şekilde bana özel geldi. Kendisi benim için özel ve güzel bir adamdır. Bu yüzden bir yıl önce tüm kitaplarını bir seferde almıştım. Tabi Erken Kaybedenler ilk okuduğum kitabı oldu.

Kitabı almadan önce iyi ki yorumları okumamışım, dedim. Yorumlar fazlasıyla kafa karıştırıcı duruyor.

Emrah Serbes'i okumaya iyi ki ilk bu kitabıyla başlamışım. Dilini, kalemini, kaleminden kağıda damlayan her bir cümlesini sevdim. Öyle ansızın sizi yarattığı dünyaya çekiyor ve gerçek dünya ile bağlantınız kopuyor. Bir bakıyorsunuz ki; bir bar taburesindesiniz ya da bir telefon kulübesinde konuşuyorsunuz.

'Sadece güzel cümleler var.' tarzında bir yorum gördüm. Ne kadar boş bir yorum olduğunu söylememe gerek bile yok.

Erkeklerin dünyasına ani bir giriş yapıyorsunuz. Cidden giriyorsunuz. Fazlasıyla içinde hissediyorsunuz. Anlayamadığım ergenlerin yerinde kendimi bulmak garip olsa da onların bu bizden farklı dünyasına dalmayı sevdim.

14 Ocak 2016 Perşembe

4N1K | Büşra Yılmaz

Büşra Yılmaz
Epsilon Yayınları
Sayfa Sayısı: 438
Baskı Yılı: 2015
Yaprak; küçükken, markette annesinden sürpriz yumurta istediği için bulgur reyonuna sıkıştırılıp çimdiklenenler, ilkokul önlüğünün altına eşofman giyip okula gidenler, yeşil silgisini diş izi yapanlar ve kırmızı kapaklı tüm dersler kitabının saman sayfalarını silerken yırtanlar kadar sıradan bir kız çocuğuyken; birlikte büyüdüğü dört çılgın erkek arkadaşı yüzünden akranlarından biraz farklı bir kız haline gelmiştir. Dünyası, on iki yıllık dostları, gamzeli kahramanı Ali, tek ideolojisi3P (pizza, pijama, pislik) üzerine kurulu bir çılgın, Oğuz, sevgilisini kendi vesikalık resminden bile kıskanan demirli, Gökhan ve notları toplamda bile 100’e ulaşamayan çorap fetişisti tatlı çapkın Sinan’dan ibarettir. Kalbi dördüyle tıka basa dolu, hayatı onlarla rengârenk olduğu için aşka ne inancı vardır ne de ihtiyacı... Ama bir gün rutin (!) hayatı, doğum gününde gelen bir paket ile tümden değişir. Paketin içinde, gizemli bir âşıktan gelen, kızımızın asla giymeyeceği türden gösterişli bir elbise ve içinde de bir not vardır.


Diyorum ki;


Wattpad iyi kalemleri de bizimle tanıştırıyor. Ki bunlardan benim için en özel olan insan Büşra Yılmaz'dır. İlk kitabı ve ilk imza günüyle ülke gündeminde oldu. Peki, hak etti mi? derseniz. "Evet," derim. İlk olarak 4N1K’yı okursanız belki abarttığımı düşünebilirsiniz. Bende hak veririm.

Lakin kendisinin kaleminin özelliği ile tanışmak isterseniz hala wattpad isimli uygulamada paylaştığı hikayesi Ölüme Fısıldayan Adam’ı okumalısınız. (Kendisi Epsilon ile kitap olma sürecine doğru hızla gidiyor.)

4N1K’ya gelirsek gencecik beş gencin aşırı mizah hayatlarını ele alıyor. Bir an bile akıcılığından taviz vermeden ilerliyor. Yaprak, özel bir karakter ve ben onun için ‘erkek fatma’ diye avam bir tabir kullanmayacağım. Kalbi de kendi de güzel ve özel bir karakter.

Alikuş ise ‘esas oğlan’ diye tabir edilse de onun karakteri de fazlasıyla özel ve güzeldir. Kendisi bir BadBoy değil. Kızları yatağına atıp, kendini mahallenin kabadayısı sanan bir dingil, hiç değil. O bir Gamen! Gencecik bir insan nasıl bir aşk yaşar Ali ile görebilirsiniz. O masumluğunu yitirmiş hikayelerdeki esas oğlanlardan çok farklıdır. “Sen hariç, Yaprağım,” diyerek kalbimizi kazanan gamzeli çocuktur. Özel ve güzeldir. Otuz yaşındaki bir kadını da kendine hayran bırakır. Liseli bir genç kızı da kendine aşık edebilir.

Oğuz, eşek sıpası bir karakterdir. Kendisini meme ve pizza sevdasına rağmen bir ‘sapık’ gibi göremezsiniz. Yaşadığı ilişkisi ise adeta orjinallik abidesidir. Kitabın benim için en eğlenceli karakteridir.

Sinan ve çoraplarını sevmemek mümkün değil. Üstelik o egosunun altındaki şirin karakterine ne yazmalı bilmiyorum. Kendisi ‘kız sever’ ama o da bir bad boy değil.

Gökhan, küfürlerinin orjinalliğine keşke kitap da sansür uygulamasalardı. Biz onu öyle sevmiştik. O psikopat halleri ve klasik Türk erkeği hallerini ben bile seviyorum. Kitabın son kısmında beni benden aldı. Koskoca Gökhan gitti ve olgun, düşünceli ama kalbimizi kırık bırakan adam geldi.

Kitabına özel yazdığı final, kesinlikle beni tatmin etti. Beklediğimize ve okuduğumuza değdi. Yani tatsız, aceleye getirilmiş bir son okumadım. Büşra Yılmaz’ı da daha çok sevdim. Eğer taze ve genç bir yazara şans vermek isterseniz, okumalısınız.

Kalemine, yüreğine sağlık Anakuş…